Öncelikle, blog yazılarıma üç günlük ara vermiş olmam nedeniyle siz değerli okurlarıma karşı mahcubum. Ara verme gerekçemi okuduğunuzda bir parça daha fazla anlayış göstereceğinizi düşünüyorum. Oğlum biraz rahatsızdı, durumu şimdilik gayet iyi elhamdülillah. Ara vereceğimi Twitter hesabımdan duyurmuştum, buranın konsepti gereği açıklama giremediğim için üzgünüm.
Bugün dile getirmek istediğim konu, yaptığımız yanlışları itiraf etme ve telafi çabalarımız üzerine olacak. İnsanız, hatadan münezzeh değiliz elbette. Gerçek anlamda çok az hata yapıyorsak, çok az risk alıyoruz demektir ve bu sebeple katma değerimizin de düşük olduğunu söylemek yanlış olmaz. Evet, herhangi bir konuda değer katma hedefimiz var ise, risk almalı, inisiyatif kullanmalıyız. Eğer risk almadan, inisiyatif kullanmadan değer katıyorsak, birilerinin aldığı riskler neticesinde yapılan işlerin işçisi oluruz sadece. Değer katanların işlerine işçi olmak da güzel olabilir, tabii bununla yetinmeyi kabul ederseniz…
Konuya dönecek olursak, yaptığımız hatalardan fark edilmeyen kaç tanesini biz dile getirdik, itiraf ettik, telafi etmeye çalıştık, hiç düşündünüz mü?
Büyüklük, erdem gibi kavramlar, yapılan hatanın farkına varılmaması halinde dahi hatayı bizzat kendimizin ortaya çıkarması, telafi için gereken ne varsa yapılması halinde sahip olabileceğimiz sıfatlardır. Öyle bir durumdayız ki, aşikar yanlışlarımızın dahi yüzümüze söylenmesi bizi rahatsız ediyor, yanlışı düzeltmek yerine savunma pozisyonuna geçiyoruz hemen. Fark edilmeyen bir hata var ise, mümkünse derhal halının altına süpürüyoruz. Bu davranışımız sayesinde kazandığımızı ya da en azından kaybetmediğimizi sanıyoruz fakat büyük yanılıyoruz. Kelebek Etkisi teorisini düşündüğümüzde, hayal bile edemeyeceğimiz kadar büyük olumsuz sonuçlara sebep olabiliriz.
“Boş başağın başı dik olur.” atasözünü duvarımıza asmakta yarar olabilir. Kendimizi “hatasız” olarak tanımlamak yerine, varsa bir yanlış, derhal düzeltmek ve bu yanlışın sebep olmuş olabileceği durumlara çözüm üretmek için gayret etmeliyiz. Böyle yaparsak, işte o zaman gerçek büyüklük sahibi olabiliriz.
Beni bu yazıyı yazmaya iten sebep, önceki bir yazımda kullandığım kavramlarla ilgili bir hata yapmış olduğumu fark etmem oldu. Yazıma herhangi bir olumsuz eleştiri gelmemişti ya da ben buna fırsat vermeden müdahale ettim. Hatamı düzelttim ve telafi niteliğinde de tecrübemi bu yazıya aktardım. Elbette amacım, “ben gerçek büyüklük sahibiyim” demek ya da dedirtmek değil. Yalnızca bu açıklamayı yapmamın doğru olduğuna inandığımdan dolayı bu paragrafı yazdım.
Büyüklüğün bedeli ağır olsa da, bugün ve hatta yarın kaybedeceğinizi düşünseniz bile vazgeçmeyin. Bir gün elbette kazanan siz olacaksınız. İşte o gün geldiğinde, bugün davranışlarınıza gülenler, o gün kendi hallerine ağlıyor olacaklar.
Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et