Sektör olarak değil, daha geniş bir çerçevede, toplum olarak kanayan bir yaramızı dile getirmek istedim. Eski zamanlarda ustalar, yanlarındaki çıraklara bildiklerini aktarırlar, geleceğin ustası olmasını sağlarlarmış. Hem meslek sırları ustalarla birlikte tarih olmaz, hem de meslek yok olmazmış. Şimdi gördüğümüz tablo oldukça vahim, ne ustalar çıraklarına bildiklerini anlatıyor, ne çıraklar usta olmak derdindeler. Çıraklar daha çok “patron” olma hayaliyle yaşıyorlar, ustalar ise çıraklarının kendilerine rakip olacağı korkusuyla mıdır bilinmez, bildiklerini anlatmaktan geri duruyorlar. Usta-çırak ilişkisinde günümüz gerçekleri ve olması gerekenler hakkında görüşlerimi aktaracağım.
Bilgi çağının getirdiği bir dezavantaj mıdır, yoksa kapitalizmin zorlaması mı, bilemiyorum. Fakat bildiğim bir şey var ki, bilgi öğrenme kolaylaştıkça bilgi paylaşmaktan kaçar olduk. Öğrendiklerimizi kendimize saklıyor, onları birer silah gibi kullanmaya çalışıyoruz. Bilgimizle kendimizi “vazgeçilmez” hale getirmeye çalışıyoruz. Nedir bu telaşımız? Nicedir dost bildiklerimiz bizimle rekabet eder, anlam veremez oldum.
Diğer bildiğim ve çoğunuzun da bildiği durum ise, birçok güçlü kavramın içi boşaltılmış olduğudur, uzman, usta, danışman.. gibi. Bir alanda başarı elde edebilmek, uzman gibi bir sıfata sahip olmak için 10bin saat kuralı var diyorlar. Hangi uzmanımız(?) bu kurala uygun bir geçmişe sahip sizce? Usta olmak için ne gerekir diye düşünüyorsanız, onu da ben söyleyeyim, ustalığınızı tescillemek için usta yetiştirmek şartı vardır. Yani bir çırağı ustalık seviyesine çıkarana kadar bilgilerinizi aktarmak, hatta “çırak ustayı geçer” sözünden yola çıkarak, sizden daha iyi bir adım attığını görene kadar ona tecrübelerinizi aktarmak gerekir.
Özel sektörde ve devlet kurumlarında geçmişim olduğundan, ikisinde de “koltuk kaybetme” korkusu yaşayanları bizzat gördüm. Bir bilgi kırıntısını dahi paylaşmaktan kaçanlar, aslında kazanıyorlar mı, kaybediyorlar mı, tekrar düşünmek lazım. Amaç yalnızca kendimizi kurtarmak ya da hayatımızı garanti altına almak mı, yoksa değer üretmek ve üretilen değerlere katkı sağlamak mı? İlk kısımdaki gibi, yalnızca kendinizi düşünüyor olabilirsiniz, böylesi bir durumda suç mu işliyorsunuz? Elbette hayır fakat hayat, yalnızca suç işlememekten ibaret değil, bir toplumun parçası isek, birbirimizle mücadele değil, birbirimize muavenetle yolumuza devam etmeliyiz, yani yardımlaşma temelinde hep birlikte ilerlemeliyiz. Bugün rakip gördüğünüz arkadaşınızı kaybederseniz, yarın ihtiyacınız olduğunda kimseyi yanınızda bulamazsınız.
Üniversite sınavına hazırlık için dershaneye gittiğim zamanlardı. Sınıftan bir arkadaşımız, neredeyse günün çoğunu soru çözerek, öğretmenlere soru sorarak geçirirdi. Yeni öğrenmiş olduğu soru tekniklerini hiçbir şekilde bizimle paylaşmazdı. Bizden ise sürekli yeni şeyler öğrenmeye çalışır, bizi rakip olarak gördüğünü ise sözlü olarak açıkça dile getirirdi. Biz ise bilgi paylaşmaktan kaçmazdık, o her ne kadar böyle bir tavır sergilese de… Bu hırsı neye mi mâl oldu? İki sene daha dershaneye gitmesine ve buna rağmen neredeyse sınıfa göre en düşük puanını almasına.. Haline acıyorduk, son durumuna ise yine acıdık, oh olsun demedik, diyemezdik. Çünkü o bizim her ne kadar rakibimiz gibi gözükse de, arkadaşımızdı, aynı sınıfı paylaştığımız… Bu tavırları sayesinde dershane bittiğinde yanında hiçbir arkadaş kalmamıştı, acıyan gözlerle unutulanlar arasına katmıştık onu…
Bir konunun en iyi öğrenme şeklinin, anlatmaktan geçtiğini düşünüyorum. Bildiğiniz bir şeyi ne kadar çok anlatırsanız, o kadar çok geri dönüş alır, bu geri dönüşlerle bilginizi günceller ve geliştirirsiniz. Anlatmak, aynı zamanda bilginizin yerleşmesine de katkı sağlayacaktır. Bildiğinizi anlatın derken, bunu yalnızca PR amacıyla yapıp, çok şey söyleyip aslında hiçbir şey söylemezseniz, kısa vadede kazançlı çıksanız da, uzun vadede gerçekten kaybedenlerden olursunuz. Gerçek yüzünüzü görenler, belki yüzünüze gülmeye devam eder fakat arka planda sizin içinizi boşaltırlar, nice güçlü kavramların içinin boşaltıldığı gibi…
Şimdiye kadar bildiğim ne varsa, gözlemlerim ve deneyimlerimle birlikte ihtiyacı olan herkese anlatmaya çalıştım. Direkt rakibim olan kişilerden bile bilgi saklamadım. Önemli olan bir bilgi değil, bu bilginin öğrenme şekli, yolu, bu bilgiyi sindirip, üzerine yeni şeyler ekleyebilme vizyonu önemlidir. Bilgi çağında her yerden kolayca birçok bilgiye erişilebilirken neden halen içi dolu uzman sayımız bir elin parmaklarını geçmiyor? Bilgi paylaşmayı, paranızı paylaşmak olarak düşünebilirsiniz. Cebinizdeki parayı ihtiyacı olan birisiyle paylaşmanız, para kazanma yolunuza engel koymaz. Paranızdan bir parça eksilmiş olur fakat halihazırda para kazanmanın yolunuz vardır, daha da çok kazanabilirsiniz. Bilgi paylaşımındaki temel fark ise, bilginizden bir şey eksilmediği gibi, bilginizin pratiğe dönüştürülüp, bundan da tecrübe edinme ihtimali ortaya çıkmasıdır. Bu da sizin için zaten kârlı bir iştir.
Bildiğinizi paylaşın, paylaştıkça yeni şeyler öğrenin, öğrendikçe daha çok şey paylaşın. Sadece bu süreç dahi size ekstra birçok şey öğretecektir.
Ek: Görüşlerimi destekleyen bir de Japon Atasözü ile karşılaştım, eklemek istedim.
Bir Japon Atasözü der ki;Sanatçıyım diyebilmek için,ustanı geçeceksin ve kendini geçecek bir öğrenci yetiştireceksin pic.twitter.com/oUmObLIgIW
— Hasan Yaşar (@HasanYasar) December 2, 2015
Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et