Klişe bir başlıkla çıktım karşınıza. Birçok kavramı olduğu gibi sosyal medyayı da bir türlü anlamadık, belki de anlamak istemiyoruz, işimize geldiği taraftan yönetmeye çalışıyoruz. Sosyal medyanın temelini reklam değil, iletişim ve bir üst seviyesi etkileşim oluşturuyor. Amaç iletişim/etkileşim olan bir yerde, markanın birisi gelip, iki çift laf söyleyip gidiyor. Bu markaya olan ilgimiz ne düzeyde olur sizce?
Sosyal medyada çok az markayı takip ediyorum, yok denecek kadar az diyebilirim. Sebebi ise, sosyal hesapları “spam SMS” gönderir gibi kullanmalarından kaynaklanıyor. Sürekli kendinizi överseniz, ürünlerinizi pazarlamaya çalışırsanız, eski usul kapı kapı dolaşan pazarlamacıdan ne farkınız kalır? İnsanlar, sizinle sosyal mecralar üzerinden iletişim kurmaya çalışıyor, dikkate alındıklarını hissetmek istiyorlar, talepler iletiyorlar, cevap bekliyorlar. Bu beklentileri karşılarsanız, işte o zaman hesaplarınız takip edilir, hatta tavsiye edilir. Aksi takdirde, “daha az gönderi”, “gizle” ya da “beğenmekten vazgeç/takibi bırak” gibi butonlar daha çok zaman kullanılır, markalar bunun farkına varamıyorlar.
UMEP sunumumda Pakistan’dan gelen bir katılımcının ifadesiyle, sosyal medya ile kişileri evimize almış oluyoruz. Hatta, en mahrem yere, yatak odamıza kadar giriyorlar. Uyumadan önce, uyandıktan sonra, uykumuz kaçınca ya da uyumamak için her fırsatta sosyal medyaya bakıyoruz. Bu kadar özel anlarda kullanılan araçlarda, bize faydası olmayan içerikler görmek istemeyiz elbette.
Bu fayda kimi zaman indirimlerden haberdar olmak, kimi zaman problemimize çözüm bulmak, kimi zaman umutlanmak, kimi zaman mutlu olmak oluyor. Bu ve benzeri birçok faydayı barındıran bir marka iletişimi görünce, hem gönülden, hem de sözlü olarak tebrik ediyorum.
Fayda temelli olmayan iletişim çalışmaları, markaya yarardan çok zarar veriyor. Her marka sosyal medyada var olacak diye bir kaide yok, eğer süreçler doğru yürümeyecekse, bilhassa yer almaması daha büyük önem arz ediyor.
İnsanlar, televizyon başta olmak üzere radyo, gazete vb. mecralarda reklam görmekten bıktı. Çünkü işin suyu çıkarıldı, tadı kaçtı. Eğer bu seviyeye gelmemiş olsaydık, markaların sosyal medyada konumlanması da kolay olabilirdi. Şimdi ise, direkt reklam yapma hevesiyle sosyal mecralara giren marka, hedef kitlesinin haklı tepkisiyle karşılaşıyor. Ürün/hizmet sunmaktan öte iletişim kurmak ve bu iletişimle sadık müşteri kazanmak varken, “halihazırdaki müşterilerimiz kaçmasın da, yeter” kafasını yaşıyoruz. Ki, kullanılan problemli iletişim dili nedeniyle, yeni alıcılar kazanalım derken eskilerinden olabiliyoruz.
İnsanlar, markalardan aksiyon bekliyorlar, led panolarda yazan reklam metinleri gibi çalışmalar değil. Bu bilgilere zaten istediğimiz anda bir şekilde ulaşabiliyoruz. Belki bu bilgileri bile farklı sunmanız, takip etme hissi uyandırabilir. İletişim, içerik ve pazarlamada insana dokunmak, duygularını harekete geçirmek, bunun için ise ekstra bir gayret gerekiyor. Kolaya kaçan birçok marka tarafından bu durum gözardı ediliyor.
Bu süreç daha ne kadar devam eder, bilemiyorum, “şu son tarihtir” diyen birisi çıkarsa, çok boş konuşuyor olabilir, dikkat etmekte fayda var. Biz, yönettiğimiz markaları kullanıcılarıyla buluşturup, aradaki diyaloğu sağlayıp etki bırakabiliyorsak, bir şeyler doğru ilerliyor demektir. Yoksa, bugün kazandığımızı sandıklarımız yarın bile olmadan elimizden gidebilir. Yapay zekanın gelişmiş versiyonuyla kullanıcılarımıza içerik sağlıyoruz diye algılanabilir.
Biz ki, marketteki otomatik kasa yerine soru sormak, cevap alabilmek, mimik kullanabilmek adına normal kasalardan, hatta bakkaldan alışveriş yapan adamlarız, makinelerin soğuk yüzünü sevmiyoruz. Herhangi bir sosyal medya hesabının gerçek kişi tarafından yönetildiğinin hissettirilmesi dahi sayfanın büyümesine katkı sağlıyor. Hal böyleyken, reklam panosu modundan çıkıp, insanları harekete geçiren, onların duygularına dokunan, gerektiğinde göz yaşartan, gerektiğinde umut veren çalışmalarla sosyal mecralarda yer almak gerektiğini artık fark edelim.
Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et