Öncelikle, blog yazmaya çok fazla ara verdiğim için sizlerin anlayışına sığınıyorum. 15 Temmuz sürecinde yaşadıklarım(ız)dan bir kesit olarak 15 Temmuz ve Dijital başlıklı yazımda bahsetmiştim. Sonrasındaki süreçlerimizde de olağanüstü durumlar devam etmesi ve kişisel projelerim/girişimlerim nedeniyle blog yazmaya ara vermiştim. Tekrar sahalara döndüm diyemiyorum ama en azından bir parça da olsa bilgi ve deneyimlerimi paylaşmaya devam edeceğim.
Yıllar önce, hedef kitlesi B+ gelir segmentine sahip müşteriler olan bir markanın marka/sosyal medya çalışmalarını dinlemiştim. O günden bugüne kadar markalarımız tarafından bir arpa boyu yol alamadığımızı görmek gerçekten çok üzücü. Hikayenin özünde, o günün şartlarında gelir düzeyi olarak hiçbir şekilde hedef kitlesi olmayan “öğrencilere” yönelik, sosyal medyada oluşturulan bir karakterle birlikte çalışma yürütülmesi ve bu çalışmanın gerekçesinin ise, gelir segmenti değişebilecek olan bu kişilerin potansiyel müşteri olması, potansiyel müşterilerle bugünden bağ kurmak olmasıydı. Bu vizyona ve yürütülen çalışmaya hayran olmuştum, sonra markalarımızla ilgili hayaller kurmuştum.
Bugün Türkiye Finans Bankası ile yaşadığım deneyim ve eş zamanlı bir gözlemim ise, günü kurtarmak deyimini ve yarınlara yatırımın nasıl yapılamayacağını gösterdi. Yıllar geçmiş olsa da vizyonlarına yeni şeyler katamayan markalarımız, gerçekten yarınları görebilecek mi? diye düşünmeden edemedim. Detaylarına girmeyeceğim fakat genel hatlarıyla bir çerçeve çizeceğim.
Yaşadığım deneyim nedeniyle banka örneği üzerinden gidelim. Bugün borçlu olan müşterinin yarın çok parası olmayacağı yönünde bir garantiniz olamaz. Bunun tam tersi de geçerlidir. Bu sebeple, müşterilerinize olan davranışlarınızda alt ve üst sınırlar mutlaka olmalıdır. Borçlu olan müşterinizi rencide edemeyeceğiniz gibi, çok parası olan müşterinizin de her isteğini yerine getirmemelisiniz. Prensiplerinizden ödün vermek, marka imajınızı yerle bir edecektir. Prensiplerinizden ödün vermemek adına yüksek tonda, “muhtaç” algısıyla, duygularınızı işe karıştırarak süreci yönetmeniz, marka ile müşteri arasındaki bağı koparmaktan daha iyi bir sonuç doğurmayacaktır. Bilakis, bu yazıya konu mankeni olduğunuz gibi, farklı yönlerden zarar edersiniz. Tabii bu zararları anlayabilecek bir vizyona sahip değilseniz, o zaman sözümüz kalmaz.
“Müşteri her zaman haklıdır.” demiyorum fakat müşteriye özel “kişisel inisiyatif” alındığını hissettirmek, sürdürülebilir bir başarı getirmez. Yapılan her bir davranışın gerekçesi/hikayesi varsa, müşterinizi ikna etmeniz ve hatta memnun ya da en azından anlayış göstererek ayrılmasını sağlayabilirsiniz.
İlgili marka ile ilgili yaptığım çıkarım, yarınlara yatırım yapmak şöyle dursun, günü kurtarmak deyimiyle bile uyuşmadığını görüyorum. Bu yazımın markalarımıza ilham olmasını temenni ediyor, marka stratejilerini yeniden gözden geçirmelerini tavsiye ediyorum.
Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et